Pek çok ülkede Türk Kahvesi denilse de bazı ülkelerde bizim Türk kahvesi dediğimiz kahve türüne Greek coffee yani Yunan kahvesi de deniliyor. Acaba nedir bu işin aslı? Birde benden dinleyin. Tartışmalara noktayı koyalım.
Google’da ingilizce olarak how to make turkish coffee ve how to make greek coffee yazdığımızda karşımıza daha çok greek coffee konuları çıkıyor.
Doç. Dr. Ali Çaksu'nun bu konuda detaylı bir çalışması var. Hazırlanışındaki bazı minik farklılıklara rağmen Türk kahvesi, Bulgaristan (Tursko kafe), Sırbistan (Turska kafa), Karadağ, Polonya (Kawa po Turecku) ve Çek Cumhuriyeti (Turecká kava veya turek) gibi ülkelerde aynı adla anılır ve kullanılır. Fakat bazı ülkelerde, genelde milliyetçi nedenlerle, mesela Yunanistan’da büyük ölçüde, Kıbrıs probleminden dolayı Türklere duyulan kızgınlık yüzünden, Bosna-Hersek’te ise ulus inşa etme sürecinin bir aracı olarak, Türk kahvesinin yerini millî adlar, veya pratik nedenlerle yerel kahve veya ev kahvesi almıştır. Bir dönem Rusya ile yaşadığımız krizden sonra Rusya’da Türk Kahvesi’ne Rus kahvesi denmeye başlanmıştı:)
Yunanistan’ın en büyük ve en eski kahve firmalarından olan Lumidis'in ilanında “1 Ekim’i Yunan kahvesi günü ilan ediyoruz” diye yazmışlar.
Yunanistan’a ilk gittiğimde kafelerde garsonlara “Turkish coffee” siparişi verildiğinde, bazılarının “No Turkish. Greek coffee” dediklerini hatırlıyorum.
Aslında dilimizin alıştığı çekirdek Brezilya kahvesidir. Ancak kavurma, öğütme, pişirme ve sunum yöntemi ona Türk kahvesi dedirtir.
Çok ince çekilmiş (pudra şekeri kıvamında) kahve çekirdeklerinin kaynar suyun içinde demlenmesiyle yapılan kahvedir. Kahvenin posası süzülmez. “Türk” kelimesi kahvenin menşeine dair bir niteleme değildir. Bir pişirilme ve sunum şeklidir.
Sonuçta, meraklısı için İstanbul’da “orta şekerli” Atina’da da “metrio” denildiğinde önünüze aynı kahve geliyor.
Bazı kişiler Yunanistan’da yapılan kahve Türkiye’dekinden biraz farklı. Kahve çekirdekleri daha ince öğütülüyor diyorlar. E bizimki zaten un kıvamında. Daha ne kadar ince olabilir? Daha köpüklüdür gibi rivayetlere de inanmayınız. Yunanistan'da da kahvenin köpüğü pek önemli. Ayrıca köpüğe "kaymaki" deniyor. Etimolojik kökeni Türkçe:)
Fransızlar köpüklü Türk kahvesine “Sultan kahvesi” diyorlar.
Yunanca'da kullanılan kafes, kafecis, briki, flicani, delves, cezves, kaymaki, theryaklis v.b. sözcüklerin hepsi Türkçe kökenli
Herkes anlamıştır ama yine de yazalım: kahve, kahveci, ibrik, fincan, telve, cezve, kaymak, tiryaki
Türk Kahvesi’nin dünyaca ünlü bir marka değeri olduğu aşikardır.
Uluslararası marka hukukunun değişmez maddesinde “Marka ile aynı veya benzer olan ve markanın kapsadığı mal veya hizmetlerle aynı veya benzer mal veya hizmetleri kapsayan ve bu nedenle halk tarafından marka ile ilişkilendirilme ihtimali de dâhil karıştırılma ihtimali bulunan herhangi bir işaretin kullanılmasının” önlenmesinden bahsedilmektedir. Burada apaçık ortada olan konu bazı bölgelerde Türk kahvesi ve Yunan kahvesinin karıştırılmasının söz konusu olduğudur. Peki gerçek böyle midir? Gelin hikayenin en başına gidelim.
1450 yılından önce dünyada kahve kullanımına ilişkin bilgiler son derece muğlak olduğundan, yitip gitmiş olan bilginin yerinde fantezi yüklü efsaneler ve binbir gece öyküleri cirit atar.
Araştırmacılar kahvenin 14. yüzyıl başlarında Habeşistan'dan tüm dünyaya yayıldığını, çıkış yerinin de adının etimolojisinin de kahve ile benzerlik gösteren Güney Habeşistan'daki Kaffa yöresi olduğunu belirtmektedir.
1511 yılında El Ceziri, Mekke’de caminin köşesinde kahve içenler olduğunu yazar.
1543 senesinde İstanbul’a Vali Özdemir ile gelen kahve bizde bir renge de adını vermiştir. Kahverengi için Osmanlı'da kahve gelmeden önce fındıki (fındık kabuğu rengi) denirmiş.
1543 yılında ilk kahve çekirdeklerinin indiği limanın bulunduğu yere Tahmis (kahve öğütülen yer) meydanı denmiştir. Halen Kurukahveci Mehmet Efendi’nin bulunduğu sokak Tahmis Sokak olarak adını korumaktadır.
Kahvenin Osmanlı mutfak kültüründe öylesine önemli bir yeri oldu ki sabah öğününün adı “kahveden önceki yemek” anlamına gelen “kahve altı” oldu.
1554 ilk kafe, Vakanüvis İbrahim Peçevi’nin yazdığına göre; (Daha sonra Avusturyalı tarihçi
Joseph Von Hammer’in kaynak gösterdiği metin) Sene 1554 M. (962 H.) tarihine gelinceye kadar İstanbul’da ve bütün Rum diyarında kahve ve kahvehane yok idi. Bu sene başında Halep’ten Hakem adında bir adam ile Şam’dan Şems adında birisi gelerek Tahtakale’de (Tahtül-kale) bir büyük dükkan açtılar. Harward Tarih Profesörü Cemal Kafadar bu metine atıfta bulunarak İstanbul’a Şems ve Hakem’in heykelini dikmek gerekir, onlar olmasa idi Fransız devrimi 100 yıl geç olurdu demektedir. Kendisine bu durumu sorduğumda Fransa’nın ilk kafe’sinin 1686 yılında Paris’te Cafe Procope adı ile açıldığını, halen açık olduğunu ve devrimin düşünce mimarlarının (Voltaire, Danton, Jean Jacques Rousseau vb.) burada buluşup kahve eşliğinde toplantılar yaptığını söyledi.
Jules Michelet, Aydınlanma çağı'nı incelediği “Histoire de France” kitabının çok meşhur bir bölümünde, cafe ve kahvehanelerin moda olması ile devrim arasında bir bağ olduğunu öne sürer.
Jean Jacques Rousseau’nun babası Isaac Rousseau'nun, 1705'te geldiği İstanbul'da 6 yıl boyunca Topkapı Sarayı'nda saat tamirciliği yaptığını ve Galata kulesi civarında oturduğunu sizlerle paylaşalım:)
Bizans İmparatorluğu'nun önceki başkenti Kostantinopol’un Türkler tarafından fethinden sonra 1475 yılında ilk kahve dükkanının Yunanlar tarafından açıldığı bilgisi yanlıştır. Bir delil gösterilir ise inanırız:)
Kahvehaneler ezelden beri Türk Kültürünün oluşmasında tesirli olan saray, asker ocağı, okul ve cami gibi kurumlar arasında resmi olmayan ve dindışı bir anlayışla toplum tarafından kendiliğinden teşekkül ettirilmiş olduğundan ayrı bir önem taşımaktadır.
1582 yılında Osmanlı kahveci esnafıyla ilgili en önemli görsel kaynak, Şehzade Mehmet’in sünnet düğününde Osmanlı esnaf alayının tasvir edildiği, Nakkaş Osman ve ekibi tarafından çizilmiş Surname-i Hümayun isimli eserdeki minyatürdür. Aslı 367a numaralı kayıtla Topkapı Sarayı Müzesindedir. Türk Kahvesi’nin 1582 yılında olduğunun en önemli delili sünnet düğünündeki esnaf alayını gösteren bu minyatürdür.
Yunan Kahvesine ait tarihi kaynak arayan Yunan komşularımız Ortadoks inancında sünnet olmadığını, aynı zamanda söz konusu minyatürdeki kahve içen kişilerin kıyafetlerinden dolayı Türk olduğunun anlaşıldığını bilirler. O yıllarda gayri müslimler her renk kıyafet giyemiyorlardı. Sürname-i Humayun adlı eseri kitaplaştıran Sanat Tarihi Profesörü Nurhan Atasoy hocamız ile hazırladığımız belgesel vesilesiyle görüştüğümüzde söz konusu minyatürden dolayı net bir cümle kurmuştu. “Yunan tarihçi arkadaşlarıma bu minyatürü gösterip bakın Turkish Coffee diyorum. Kendilerinde bir delil var ise buyursunlar.”
16. yy. Osmanlı kahvehaneleri ile ilgili görsel en eski kaynaklardan ikincisi 16. yüzyılın sonunda yapılmış bir sulu boya resimdir. Resmin İranlı bir sanatçı tarafından yapıldığı düşünülmektedir.
Sulu boya resim Dublin'de Chester Beatty Kitaplığı'nda, 439 numaralı kaynakta bulunmaktadır. İçerideki müşterilerin kıyafetlerinden yine Türk olduğu anlaşılmaktadır.
Türk kahvesi’nin bu günlere gelmesi kolay olmamıştır. Önce bu içeceğe Kuran-ı Kerim'in izin vermediğini düşünen insanlarda vardı. Kuran-ı Kerim'de özellikle kahve ile ilgili bir şey olmamasına rağmen, şeyhülislam yakılan bir şeyi tüketmenin yasak olduğu gerekçesiyle bir fetva yayınladı. Yasaklar yüzünden pek çok kişi cezalandırılsa da bu fetva, kahve tüketimini azaltmadı.
Osmanlı’da tavır değişmiş camilerin avlusunda kahve içilmeye başlanmış, din adamları kahvehanelere sıkça gitmeye başlamış hatta cami imamına kahvehanenin en güzel köşesi ayrılır olmuş. Hatta mezarlıklarda dahi kahve kültürümüzün izleri görünür. Örneğin Eyüp Sultan mezarlığının tepesindeki kahvehaneler.
İtalya’da ilk kafe 1645 yılında açılmış fakat ömrü kısa sürmüştür. Papa VIII. Clemens kahveyi Türk içkisi saymış ve içenleri aforoz edeceğini duyurmuştur. Tarihin cilvesine bakın! Ne gariptir ki günümüzde dünyanın en meşhur kafeleri İtalya’da yer alıyor.
1683’te Türklerin Viyana kuşatması sonrası geri çekilirken bıraktıkları kahve çekirdekleri ile kahveden haberdar olan ve Viyana’nın ilk kahvehanesini açan subay Kolschitzky’nin ölümünden sonra ülkesine Türk kıyafetleri içerisinde bir heykelini dikmişler. (Darısı bizim Şems ve Hakem’in başına)
1827 yılında Kahve öğüten metalden el değirmenini Tüfek ustası Selim icat etmiştir.
Kuruluşu 1871 yılını gösteren Kurukahveci Mehmet Efendi, paketlenmiş hazır kahveleri ilk satan kişidir. O tarihe kadar kahve dibeklerde dövülüp anında halka takdim edilirdi.
Osmanlı’da Saray ve konaklarda misafirlere Türk Kahvesi ikram töreni düzenlenirdi. iki erkek veya üç kız kahveci güzeli ellerinde stil takımı, stil örtüsü, kahve fincanı, tepsisi, cezvesi ve mangalı eşliğinde bir ritüel ile misafirlere Türk kahvesi ikram ederdi. Çin’de çay ikram törenlerini milyonlarca turist izlemeye gitmektedir. Maalesef Türk Kahvesi ikram töreni unutulmuştur.
Yunanistan'ın en ünlü kahvelerinden biri ise Loumidis Papagalos. Bir nevi Türkiye'deki "Mehmet Efendi" gibi anılıyor. Kuruluşu 1920.
4 Temmuz 1897 günü, Selaniklilerin ( O tarihte ülkemiz sınırları içindeydi) belleğinden uzun süre çıkmayacaktır. O gün, Mösyö de La Vallee, "La Turquie" (Türk kafe’si diye çevirmek mümkün) adlı kafenin dip salonunda Lumiere Kardeşler'in SİNEMA adlı buluşunu tanıtır. 26 Ekim 1912’de Selanik Osmanlı Devleti sınırlarından çıkmıştır.
2011 yılında Yazar Walter Isaacson tarafından kaleme alınan biyografisinde Steve Jobs, Türk Kafası Kahvehanesi’nin bilgisayar çağı versiyonu olan ilk bilgisayar kulübünü (Grup Homebrew) 1975 yılında kurduğunu belirtmiştir.
Örnek verilen kafe 1796 yılında Londra’da “Turk’s Head Coffeehouse” adı ile açılmış ve sanayi devrimine giden yolda pek çok buluşmaya tanıklık etmiştir.
2013 yılında Türk kahvesi kültürü ve geleneği, Unesco'nun Somut olmayan kültürel miras listesinde yerini aldı.
Peki Yunan komşularımızla yıllarca kültürel anlamda iç içe geçmişken hiç mi kahve ile ilgili hatırları yok? Elbette var. Hatta rivayetlerden birisine göre kahvenin 40 yıl hatırı var.
Yeniçeriler bir gün kahvehaneye gelirler ve herkese kahve ısmarlarlar. Bir kişi hariç. Rum bir gemi kaptanı! “ O hariç herkese bizden kahve” diye bağırırlar. Fakat kahveci buna aldırış etmez ve herkesin kahvesini hazırlayıp servis ettikten sonra iki fincan kahve daha yapar ve Rum kaptanın karşısına oturur. Beraber kısa bir sohbet edip içmeye başlarlar. Tepkiler gelse de bu kahveyi kendisinin ikram ettiğini söyleyerek konuyu kapatır kahveci.
Aradan yıllar geçtikten sonra Sisam Adası’nda bir isyan çıkar ve kahveci de seferberlik çağrısı ile bu isyanı bastırmak için yeniçeri olarak adaya gider, esir düşer. O dönemde esir düşen askerler köle pazarında satılırken kahveciyi bir Rum alır. Yolda giderken bu kadar para verdiyse fazla işkenceye maruz kalacağını düşünürken belli bir yol katettikten sonra kendisini alan kişi kimliğini açıklar. “Beni tanımadın mı? Herkes bana karşı tavır alırken sen bana kahve ikram edip sohbet etmiştin. Ben de seni görünce o kahvenin ve sohbetinin hatırına seni kurtarmak istedim” der ve kahveciyi serbest bırakır.
Bu hikayedeki zaman dilimini bilemiyoruz. Fakat zaman içerisinde kırk yıl hatır diye net bir sayı verilmesinde, kırk’ın hem Türk toplumu, hem de İslamiyet tarihi açısından farklı durumlarda karşımıza çıktığını ve bu yüzden tesadüf olmayan bir atıf olduğunu düşünebiliriz.
Kırk rakamı bir çok deyim ve anlamın içine dahil olmuştur. Örnek olarak; nazar değmemesi için “Kırk bir kere maşallah” denilmesi, eski dönemlerde kaybolan bir şey için “ kırklara karıştı” deyimi, Dede Korkut masallarında yaraların kırk günde iyileşmesi, Alevi ve Bektaşiler de Hz. Ali’nin önderlik ettiği Kırklar Meclisi, yine Bektaşilerde erenlerin meydanı olarak adlandırılan dört kapı kırk makamlı Kırklar Meydanı ve içilen Kırklar Şerbeti ilk akla gelenlerden.
Kırk rakamı biraz daha gizemli hale getirilirse hamileliğin kırk hafta sürmesi, Hz Muhammed’e kırk yaşında Peygamberliğin gelmesi ve ilk bağlananların kırk kişi oluşu, dünyanın sonu yaklaştığında Mehdi'nin kırk yaşında dünyaya geleceği ve kırk gün yeryüzünde kalacağı, doğumlarda ve ölümlerde kırk gün geçmesinin ardından lokma ve şerbet dağıtıp dua etmek ve kırkı çıkmak deyimi kullanmamız da kültürümüz içinde yer alan birkaç örneklendirme diyebiliriz. Yunan komşularımızın bizdeki 40’ın önemine denk gelen gelenek ve görenekleri var ise biz de bilmek isteriz.
Bu cümlemden sonra kaç dil bildiğini herkesin unuttuğu önemli araştırmacı yazar Prof. Dr. Özlem Kumrular'dan bana "Yazı çok güzel olmuş, ellerine sağlık. 40 ile ilgili bölüm konuyu bölüyor. Ayrıca Yunan'da da 40 önemli bir sayı. Eski adı 40 kilise olan şehir dahi var. (Yeni adı Kırklareli) Son kurduğun cümlenin cevabını duymak istemezsin : ) " şeklinde bir mesaj geldi.
20. yüzyıl sonlarına kadar geleneksel kahvenin “Türk kahvesi” olarak adlandırıldığı Yunanistan’da muhtemelen Kıbrıs’ta yaşanan problemler ve savaş dolayısıyla, Yunanistan’da Turkiko (Türk kahvesi) Eleniko (Yunan kahvesi) oldu. Yunanistan'da yaygın görüş, bu değişikliğin 1974’teki savaşın ardından geldiği şeklindedir. Ancak bu nasıl oldu? Devlet veya medya bir kampanya mı yürüttü? Belki de bu dönüşüm 1955’te Kıbrıs çatışmasının ortaya çıkışıyla başladı. Mesela, 1965’te yayımlanan gezi yazısında Britanyalı yazar George Mikes: “Şimdi Türklerle Kıbrıs konusunda çekişirlerken, Türk kahvesi de Yunan kahvesi olarak adlandırıldı” Aslında, bildiğimiz kadarıyla bir kampanya vardı. Bir kahve şirketinin yürüttüğü bir medya kampanyası. 1974’te Kıbrıs’taki Türk müdahalesinin ardından, Yunan kahve şirketi "Bravo, biz ona Yunan diyoruz” (Emeis ton leme Elliniko) sloganı ile büyük bir reklam kampanyası başlattı ve bu girişim Yunan kahvesini bir kimlik sembolü yapmada başarılı oldu. Böylece Türk kahvesi artık Yunan kahvesi oldu ve bazı insanlar için bu adlardan birinin veya ötekisinin kullanımı, genelde vatanseverleri hainlerden ayırdediyordu.
Petropoulos’un kitabı O Turkikos Kafes en Eladi (Yunanistan’da Türk Kahvesi) basım yılı olan 1979’a kadar yeni adın herkes tarafından benimsenmemiş olduğunu gösterir. Petropoulos Yunan dilindeki kahve ve kahvehane ile ilgili terimlerin hemen hemen tamamının Türkçe kökenli olduğunu ileri sürer.
Tsolakidou’ya göre “Aslında, 1957’den beri bir “Yunan kahvesi” zaten vardı. Frape (frappe, Greek frappé veya café frappe) adıyla tanınan bu kahve hazır kahveden yapılmış köpüklü ve buzlu bir içecekti.”
Yunan yazar Trivolis’in (2013) belirttiği gibi, geleneksel kahve konusunda kavga edecek bir şey yoktur: “Yunan kahvesi Türk kahvesiyle tamamen aynıdır… Süreci ve hazırlaması… Türk tarzıyla aynıdır.”
Boşnak kahvesi benzeri şekilde, fakat farklı sebeplerle, Bosna-Hersek’te, muhtemelen 1992-1995 yıllarındaki savaştan sonra, bu sefer Türk kahvesi, Boşnak kahvesi oldu.
Türk kahvesi İstanbul ve Kahire’den Güney ve Batı Avrupa’ya yayıldığında, yeni içecek Türk, Arap veya Müslüman sayıldı ve bu yüzden gayri-hristiyan, putperest veya şeytani bir içecek olarak görüldü. Bu bakımdan kahvenin Avrupa’daki yayılma sürecinde yaygın olarak İslamofobi’nin bir aracı haline geldiğini söyleyebiliriz.
Amerika’daki meşhur Türk doktorumuz Mehmet Öz televizyonda sunduğu bir sağlık programında kahvenin kalp sağlığı için önemini anlatırken elinde tuttuğu fincandaki kahveden Greek Coffee diye bahsetmişti. Dr. Mehmet Öz daha sonra bu konuda açıklama yaptı; “Amerika’da bu kahveye Greek Coffee denir ben de böyle olduğunu düşünerek söyledim”
Dr. Oz’un aile bireylerinden herhangi birisinden “kız isteme geleneği” dahil Türk Kahvesi’ni dinlememiş, duymamış ve bilmiyor olduğuna inanamadım açıkçası…
Yunan General Nikolas Trikopis İzmir’e ilk ayağını bastığında etrafında bulunan Subay ve Askerlerine ; “İstikamet Talas’ta Türk Kahvesi İçmek‘’ var mısınız? Demiştir.
Sonrası şöyle;
Atatürk esirleri ayakta karşıladı. Trikopis’in elini iki elinin arasına alarak uzun süre tuttu. "Üzülme Trikopis, savaş bu, Napolyon bile esir düşmüştür" dedikten sonra, ‘’hatırlar mısın General, İzmir’e çıktığınızda Talas’a Türk kahvesi içmeye gidiyoruz demiştin. Arzunu yerine getireceğim seni ve beraberindekileri Talas’a göndereceğim. Türk milletinin ruhunda affetme vardır. Sana Talas’ta iyi bakacaklar" diyerek, Yunan Başkomutanı ve beraberindeki esir Yunan Genaralleri ve Askerleri Talas’a göndermiştir.
2004 yılının Şubat ayındaki Kıbrıs Müzakerelerinde, liderlere kahve ikramı sırasında, bunun Türk kahvesi mi, yoksa Yunan kahvesi mi olduğu sorulmuş. Rum kesiminin lideri Papadopulos ise, gülerek, “hayır Türk kahvesi istiyorum, çünkü Yunan kahvesi diye bir şey yok” yanıtını vererek bir jest yapmış...
Petropoulos, Türk ve Yunan kahvesi arasında Uzo ile rakı arasında ki gibi bariz lezzet farkı olmadığını yazmış.
Kahvenin dünyadaki yıllık toplam ticari değeri 100 milyar dolar ki, eminim bu sadece kayıt altında olan kısmıdır. Petrolden sonra en fazla ticareti yapılan ürün ve sudan sonra en fazla tüketilen içecek. Bu yüzden manipülasyonu bitmeyecektir. Bizim ne yapmamızın gerektiği bellidir.
Teknolojinin gelişmesi ile dünyanın pek çok yerinde Greek coffee bile isteseniz Arçelik, Vestel, Arzum, Beko, Karaca, Korkmaz gibi yerli firmalarımızın ürettiği Türk kahve makinesi ile pişirilmiş kahve önünüze gelecek.
Ayvalıkzade mottosu ile yazımızı bitirelim. “Ha Ege’nin o yakası olsun, ha Ege’nin bu yakası olsun; kırk yıllık hatırı baki kalsın” :)
Yazan: Serkan Aziz Ceyhan
Twitter: srknaziz
Instagram: srknaziz
Comments